24 Kasım 2010 Çarşamba


"Tarihi de tamamıyla çarpıtmak gerekir.Bu hastalıklı tutumları alt etmenin bir başka yoludur;böylece saldırı düzenleyip birilerini yok ettiğimizde ,olayların başka türlü görünmesini sağlayabilir;kendimizi bazı gerçek saldırganlara ve canavarlara karşı savunduğumuzu söyleyebiliriz.Vietnam savaşından beri tarihin bu kısmının yeniden inşası için muazzam bir çaba sarf edildi.Bir sürü asker dahil,barış hareketine katılan pek çok genç ve daha bir çok insan gerçekte ne olup bittiğini anlamaya başlamıştı.Bu çok kötüydü.Bu kötü düşüncelerin yeniden düzenlenmesi ve bir tür düşüncenin yeniden oluşturulması gerekiyordu,yani “biz ne yapıyorsak doğru ve asildir” cümlesine boyun eğmeyi öğrenmek şart olmuştu.Eğer Güney Vietnam’ı bombalıyorsak bu,güney Vietnam’ı birilerinden,orada başka kimse olmadığına göre Güney Vietnamlılardan koruduğumuz içindir.Kennedy yanlısı aydınların Güney Vietnam’da “iç saldırılar” a karşı savunma dedikleri şey budur.Bu Adlai Stevenson ve diğerleri tarafından kullanılmış bir ifadeydi.Onu,iyi özümsenmiş ve resmi bir tablo haline getirmek gerekirdi.çok da işe yaradı.Eğer medya ve eğitim sistemi üstünde tam bir hakimiyete sahipseniz,bilim adamları da konformist ise bunu başarabilirisiniz.Massachusestts Üniversitesi’nde yapılan _televizyon izlemeyle ilgili düşünce ve davranışları araştıran _bir çalışmayla bu ortaya konuldu.Çalışmada sorulan sorulardan biri şöyleydi.Vietnam savaşı sırasında sizce tahminen kaç Vietnamlı ölmüştür?Bugün Amerikalılar tarafından verilen ortalama rakam yüz bin.Resmi rakamlar ise iki milyon diyor.Gerçek sayı büyük olasılıkla üç dört milyon arası.Çalışmayı yürütenler yerinde bir soru çıkartıyorlar ortaya:Bugün Almanya’da insanlara ;” Yahudi soykırımında sizce tahminen kaç insan öldü ? “sorusunu yönelttiğinizde alacağınız cevap ortalama üç yüz bin olsaydı,Alman siyasi ahlakı hakkında nasıl düşünürdünüz? kültürü hakkında nasıl bir fikir verirdi?Onlar soruyu yanıtsız bırakıyorlar ama siz devam ettirebilirsiniz.Bu bizim kültürümüz hakkında nasıl bir fikir veriyor ? Epeyce bir fikir veriyor.Askeri gücün kullanımına ve diğer demokratik sapmalara karşı olan hastalıklı tutumların üstesinden gelinmeli.Bu özel durumda işe yaradı.Her konu başlığı için de geçerli.İstediğiniz konu başlığını seçebilrisiniz:Ortadoğu,uluslararası terör ,Orta Amerika her ne olursa olsun,halkla gösterilen dünya tablosunun gerçekle ilgisi yok.Olayın gerçeği,yalanlar üstüne kurulu,görkemli binaların altında gömülü.Demokrasi tehdidinin yıldırılması açısından tüm bunların özgür koşullar altında yapılması çok büyük bir başarıdır.Bu başarılar ,totaliter rejimlerde olduğu gibi güç kullanılarak değil,özgür koşullarda elde ediliyor.Eğer kendi toplumumuzu anlamak istiyorsak,bu olaylar hakkında düşünmeliyiz.Bunlar önemli gerçekler,özellikle de nasıl bir toplumda yaşadığını önemseyenler için."
Noam Chomsky
medya denetimi

22 Kasım 2010 Pazartesi

"oynayan çocuk izlenmez,izlenen çocuk yalan oynar."


Televizyon uzaktan kumandanın tiranlığı altında ezilir.Her şovda ya da reklamda her yeni sahne,izleyenin kanal değiştirmesini önleyecek şekilde tasarlanır.tek başına bu kısıtlama bile,tıpkı çocuk şovlarında olduğu gibi,çocuksu medya içeriğine güçlü bir itilim verir:izleyicinin kısa dikkat aralığına uymak için,her an hesaplanmalıdır.Olası en fazla izleyiciyi yayında tutma zorunluluğu,bir çok şov yapımcısını o kısa zamana sıkıştırabildiği kadar yüksek ses efektleri kullanmaya yöneltir.Ne de olsa,izleyicinin kanaldan ayrıldığı kısa dönemler bile bir istasyona ya da şebekeye epeyce paraya mal olabilir.Medya olası en geniş kitle beğenisine hizmet etme baskısını sürekli hisseder ve her zaman,şovlarında temaşa ve ıvır zıvır dozunu arttırarak izleyici tabanını genişletmeye,ya da en azından güçlü rekabete karşı elinde olanı korumaya çalışır.Bu eğilimler bir araya gelip,televizyon eğlencesinin kültürel ve siyasal niteliğinin “sözsüzleşmesine” neden olur.Kamu yayıncılığı bu tür yoğun baskılar altında çalışmaz;kısmen kamuya karşı sorumlu olduğu için,kısmen gazetecilik tutkusu nedeniyle.Bununla birlikte aynı eğilimler orada da etkili olur;çünkü olası en fazla izleyiciyi çekerek ticari istasyonlara ayak uydurma ihtiyacı hissederler.Sonuçta kamu yayıncılığı kurumları bile izlenme oranı oyununun sonuçlarına teslim olurlar.Vasatlık her yerde kategorik zorunluluk haline gelir.
Medya Demokrasisi
Thomas Meyer

19 Kasım 2010 Cuma

öldüren eğlence


EĞLENDİRİCİ BİR FAALİYET OLARAK ÖĞRETİM

1969 ‘da yayına başladığı zaman ,çocukların, anne ve babaların,ve eğitimcilerin severek benimseyecekleri “susam sokağı” ndan daha sağlam bir girişim olamazdı.Çocuklar programı sevdiler,çünkü izledikleri reklamlardan onun televizyondaki en ustaca hazırlanmış eğlence programı olduğunu seziyorlardı.Henüz okula gitmeyen,hatta okula yeni başlamış çocuklar açısından bir televizyon dizisinden bir şeyler öğrenmiş olmak fikri tuhaf görünmüyordu.üstelik onları eğlendirmesi çok olağan sayılıyordu.
Anne ve babaların “susam sokağı” nı sevmelerinin çeşitli nedenleri vardı.Bunlardan birisi ,çocuklarının televizyon izlemelerini kısıtlayamamalarından ya da kısıtlamamalarından dolayı kapıldıkları suçluluk duygusunu hafifletmesiydi.”Susam sokağı” ,dört ya da beş yaşında bir çocuğun kendisi için doğal olmayan bir şekilde saatlerce televizyon ekranının önüne çakılıp kalmasını haklı gösterir gibiydi.Anne babalar televizyonun çocuklarına kahvaltıda hangi yiyeceğin en fazla çatırdadığının dışında bir şeyler öğretebileceği umuduna sarılmışlardı.Aynı zamanda susam sokağı ,onları okul öncesi yaşlardaki çocuklarına okumayı öğretme yükümlülüğünden kurtarıyordu.(çocukları baş belası olarak görmeye yatkın bir kültürde hiç de önemsiz bir konu değildir bu.)Ayrıca susam sokağının,bazı eksikliklerine rağmen ,Amerika’da egemen olan ruhla tamamen uyum içinde olduğunu açıkça görebiliyorlardı.Programda şirin kuklalara ,ünlü kişilere,tatlı ezgilere ve hızlı geçişlere yer verilmesinden çocukların zevk alacağı kesindi ve program buna bağlı olarak çocukların eğlenceyi seven bir kültüre hazırlanmalarına yeterince hizmet edecekti.
Eğiticilere gelince,susam sokağı’nı genel olarak onlar da onaylıyorlardı.Eğitimciler yaygın olan inancın tersine,özellikle eğitimin yeni teknikler sayesinde daha etkili olabileceği kendilerine anlatılırsa yeni yöntemleri uygulamaya yatkındırlar.(Bu nedenle”öğretmensiz “ ders kitapları ,standart haldeki testler ve şimdi mikrobilgisayarlar gibi fikirler öğrenci sınıflarında büyük bir memnuniyetle karşılanmıştır.)Susam sokağı bir yandan giderek ağırlaşan bir sorun olan ,Amerikalılara okumayı öğretme probleminin çözülmesinde ,öbür yandan çocuklara okulu sevdirmekte yardımcı olacak gibi görünüyordu.
“Susam sokağı”nın çocuklara okulu sevdirmesinin tek yolunun ,okullarının “susam sokağına “ benzemesi olduğunu şimdi biliyoruz.Demek ki şimdi ,”susam sokağı”nın geleneksel öğretim fikrinin temsil ettiği düşünceyi yerle bir ettiğini de biliyoruz.Bir öğrenci dersliği toplumsal bir etkileşim yeri olduğu halde ,bir televizyon aygıtının önündeki mekan özel bir alandır.Derslikte öğretmene sorular sorulabildiği halde ,televizyon ekranına hiçbir şey sorulamaz.Okul dilin gelişmesini merkez aldığı halde ,televizyon dikkatleri görüntüye çekmektedir.Okula gitmek yasal bir zorunluluk olduğu halde,televizyon izlemek tercihe bağlıdır.Okulda öğretmeni takip etmemek cezalandırılma riskini göze almayı gerektirdiği halde,televizyon ekranını takip etmemenin hiçbir cezası yoktur.Okuldaki davranışlar genel davranış kurallarına uymayı gerektirdiği halde ,televizyon izlemenin buna benzer yükümlülükleri yoktur.Derslikte eğlence asla amacın aracı olmaktan ileri gidemediği halde ,televizyonda eğlence kendi başına bir amaçtır.
Gene de “susam sokağı” ile onun yavrusu olan “The Electric Company” geleneksel derslikle gıyabında dalga geçtikleri için suçlamazlar.Derslikte artık öğrenim açısından sıkıcı bir ortam oluşmaya başlamışsa ,bundan “children’s television workshop”değil,televizyonu icat edenler sorumlu tutulmalıdır.Televizyon programını iyileştirmeyi amaçlayanlardan dersliğin yararına olan şeylerle ilgilenmelerini bekleyemeyiz.Onlar,televizyonun yararına olan şeylerle ilgilenmektedirler.Bu demek değildir ki “susam sokağı”nın eğitici bir işlevi yoktur.Esasında her televizyonun eğitici olması anlamında,ondan başka bir işlevi yoktur.Nasıl kitap (hangi türü olursa olsun) okumayı öğrenmeye katkıda bulunan bir adım sayılırsa,bir televizyon programı izlemekte aynı işlevi görür.”The little house on the prairie” ,”cheers” ve” the tonight show” adlı programlar,televizyon stili öğrenim denilebilecek eğitimi güçlendirmekte en az “susam sokağı” kadar etkilidirler.Ve televizyon stili öğrenim,kendi doğası gereği,kitaptan öğrenme ya da onun evlatlığı sayılan okul eğitimi denen eğitime düşmandır.”Susam sokağı”” nı herhangi bir nedenden suçlayacaksak,bu,kendini dersliğin bir müttefikiymiş gibi gösterme çabasına girdiği suçlaması olmalıdır.Bir televizyon programı,üstelik iyi bir program olarak “susam sokağı” ,ne çocukları okulu sevmeye özendirir ne de okulla ilgili bir başka şeye.”Susam sokağı” gibi bir televizyon programı çocukları,anca televizyonu sevmeye özendirir.
Kaldı ki,”susam sokağı” nın çocuklara harfleri ve sayıları öğretip öğretmediğinin konumuzla hiçbir ilgisinin bulunmadığı da eklenmelidir burada.John Dewey’in “bir dersin içeriği öğreniminin en önemsiz yanıdır.” Şeklindeki gözlemi bizim yolumuza ışık tutabilir.John Dewey Experience and Education’da şunları yazmaktadır;”pedagojik safsataların en büyüğü ,herhalde bir insanın ancak ders dinlerken öğrendiği düşüncesidir.Kalıcı davranışların şekillenmesi biçimindeki tamamlatıcı öğrenim…büyük ihtimalle ve genellikle,imla dersinde de,coğrafya ve tarih dersinde de daha önemlidir.Çünkü gelecek açısından asıl önem taşıyan,bu kalıcı davranışlardır.”Başka bir deyişle,öğrenilen en önemli şey,her zaman için nasıl öğrenildiğini gösteren bir derstir.Dewey’in başka bir yerde yazdığı gibi,böylece ne yapacağımızı öğreniriz.Televizyon,çocuklara televizyon izlemenin onlardan talep ettikleri şeyleri yapmalarını öğreterek eğitir.Ve kitap okumak bir sahne gösterisini izlemekten ne kadar farklıysa,televizyon izlemenin gereklilikleri de bir sınıfta ders izlemenin gereklerinden o kadar farklıdır.
Eğitim sisteminin nasıl düzeltileceği yeni önerilere bakılarak kararlaştırılmazsa da bu nokta (kitap okumak ile televizyon izlemenin,öğrettikleri şeyler bakımından birbirlerinden apayrı yollara başvurması)bugünkü Amerika’da eğitimin temel sorunudur.Aslında Amerika ,batı eğitimindeki üçüncü büyük kriz diye düşünülebilecek aşamanın başlıca örneğidir.İlk büyük eğitim kriziyle M.Ö beşinci yüzyılda,Atinalılar sözel bir kültürden alfabeyle yazmaya dayalı bir kültüre geçtikleri zaman karşılaşılmıştı.Bunun anlamını yakalamak için platonu okumamız gerekmektedir.İkinci büyük kriz on altıncı yüzyılda ,matbaanın gelişmesi sonucunda Avrupa köklü bir tarnsformasyon geçirdiği sırada çıkmıştı.Bunun anlamını yakalamak için John Locke’u okumamız gerekmektedir.Üçüncü kriz ise şimdi Amerika’da,elektronik devriminin,bilhassa televizyonun icadının sonucunda yaşanmaktadır.Bunun anlamını yakalamak için Marshall McLuhan’ı okumamız gerekmektedir.
Biz şimdi ağır hareket eden basılı sözler etrafında örgütlenmiş bir eğitimin varsayımlarının hızla çözülerek zayıflaması ve bununla aynı derecede olmak üzere ışık hızıyla yayılan elektronik görüntülere dayalı yeni bir eğitimin hızla kendini göstermesiyle karşı karşıyayız..Her ne kadar aralarındaki bağ hızla çözülüyorsa da derslik şu anda hala basılı sözlerle bağlıdır.Bu süreçte,kendisinden önceki büyük teknolojik araca hiç bir ödün vermeden ve gerek yeni bilgi anlayışlarını ve gerekse yeni anlayışların şekillenme biçimlerini yaratarak televizyon öne fırlamaktadır.Şu anda Amerika birleşik devletlerinde izlenmekte olan köklü eğitim atılımının sınıflarda değil evde,televizyon aygıtının önünde gerçekleştiğini ve okul yöneticileri ve öğretmenlerin yetki alanında değil,televizyon kanalı yöneticilerinin ve komedyenlerin yetki alanında meydana geldiğini söylemek tamamen yerinde olur.Bu durumun bir komplonun ürünü olduğunu hatta televizyonun denetimi elinde bulunduranların bu sorumluluğu yüklemeyi istediklerini kastediyor değilim.Benim tek söylemek istediğim,alfabe ya da matbaa gibi televizyonunda gençlerimizin zamanı,dikkati ve bilme alışkanlıklarını denetleme gücü sayesinde geçlerin eğitimini denetleme gücünü yakalamış olduğudur.
Dolayısıyla televizyonu bir öğretim programı (curriculum) diye adlandırmanın yerinde olacağı kanısındayım.Sözcükten anladığım kadarıyla ,bir öğretim programı özel olarak kurulmuş bir enformasyon sistemidir ve gençlerin zihinleriyle karakterlerini etkilemeyi,eğitmeyi,yetiştirmeyi ya da bir şeyler aşılamayı amaçlar.Elbette televizyon bunu eksiksizce ve insafsızca yapar.Ve böylece okuldaki eğitim programıyla başarıyla boy ölçüşür.Demek istediğim o lanet olası kutunun okul öğrenimini neredeyse tamamen gölgede bıraktığıdır.
“Teaching as a Conserving Activity “adlı daha önceki kitabımın tamamen iki öğretim programının (televizyon ve okul)uzlaşmaz niteliğinin ayrıntılı irdelenmesine ayırdığımdan,okuru da kendimi de bu analizi tekrar ederek sıkmayacağım.Ancak o kitapta yeterince vurgulayamadığımı sandığım ve bu kitapta temel önem taşıyan iki nokta,televizyonun eğitim felsefesine başlıca katkısının,öğrenim ile eğlencenin birbirinden ayrılamayacağı fikri olduğudur.Bu bütünüyle özgün anlayışa ,Konfüçyus’tan Platon’a ,Cicero’dan locke’a veye John Dewey’e kadar eğitim söylemlerinin hiçbirinde rastlanmaz.Eğitim litarütürünü karıştırırsanız,çocuklara bir şey öğretmenin en iyi yolunun öğrendikleri şeylerle ilgilenmelerini sağlamak olduğu doğrultusunda iddialarla karşılaşırsınız.Aklın en iyi ürünlerini sıkı bir duygusal toprakta kök saldığı zaman verdiğinin söylendiğini (Platon ve Dewey bu noktayı vurgulamışlardır.)görürsünüz.Hatta bazı insanların ,öğrenimin en çok sevecen ve iyi huylu bir öğretmenle kolaylaştığını söylediklerine rastlarsınız.Ancak öğrenimin yalnızca eğitim eğlenceye çevrildiği zaman etkili,kalıcı ve hakikaten başarılı olduğunu hiç kimse şimdiye kadar söylememiş hatta ima bile etmemiştir.Eğitim felsefecileri ,zorunlu olarak kısıtlamalar konmasını gerektirdiğinden kültürel etkilenmenin aslında zor olduğunu varsaymışlar;öğrenimin devamlı olması gerektiğini ,azimli olma ve belli ölçülerde ter dökmenin vazgeçilmez önem taşıdığını,bireysel zevklerin grup birliğinin çıkarlarıyla iç içe geçirilmesine gerek duyulduğunu,eleştirel öğrenim ile kavramsal ve kuralcı düşüncenin gençleri zorladığını,ama öbür yandan yoğun çabaların ürünü olan zaferler de getirdiğini ileri sürmüşlerdir.Cicero’da eğitimin amacının,öğrenciyi gençler gibi her şeyin tam tersini yapmaya olağanüstü çaba harcayanların,yani şimdiki zamana ayak uyduramayanların nefret ettikleri şimdiki zamanın tiranlığından kurtarmak olduğunu söylemişti.
Televizyon bütün bunlara tatlı ve önceden söylemiş olduğum gibi_özgün bir alternatif sunar.Televizyonun sunduğu eğitim felsefesinin 3 emrin oluşturduğunu söyleyebiliriz.Etkisi “susam sokağı”ndan “nova” ve “The National Geographic” belgesellerine ya da ”Fantasy Island”a kadar her türlü televizyon programında gözlemlenebilen bu emirler şöyle sıralanabilir:
Hiçbir önkoşul öne sürmeyeceksin:Her televizyon programı kendi başına eksiksiz bir paket olmalıdır.Hiç bir ön bilgiye gerek duyulmamalıdır.Öğrenim hiyerarşik karakter taşıdığı,bir temel üzerinde kurulmuş bir yapıdan meydana geldiği ima bile edilmemelidir.Öğrenen kişinin herhangi bir konuya önyargısız girmesine olanak tanınmalıdır.Bu yüzdendir ki hiçbir televizyon programının ,izleyici önceki programları seyretmemişse bu programı izlemesinin anlamsız olacağı şeklinde bir uyarıyla başladığını duyamaz ya da göremezsiniz.Televizyon derecelendirilmemiş bir eğitim programıdır ve herhangi bir zamanda herhangi bir nedenle hiç kimseyi dışlamaz.(bu son ibareye katılmıyorum).Başka bir deyişle eğitimde devamlılık ve kalıcılık fikrini yok eden televizyon,devamlılık ile kalıcılığın düşünceyle ilintili olduğu fikrini de temelinden yıkar.
En ufak bir kafa karışıklığına yol açmayacaksın:Televizyon öğretiminde kafa karışıklığı,seyir oranının düşmesinin temel nedenlerindendir.Kafası karışık bir öğrenci başka kanalı açacak olan bir öğrencidir.Bu demektir ki hatırlanması,incelenmesi, uygulanması ve en kötüsü kalıcı olması gereken hiç bir şey bulunmamalıdır.Örneğin kişinin rahat etmesi-gelişmesi değil-daha önde geldiğinden her enformasyon,öykü ya da fikrin hemen algılanabileceği düşünülebilmektedir.
Mısır’ın başına musallat olan on bela gibi yorumlardan uzak duracaksın:kalıcılık ve kafa karışıklığı dahil olmak üzere televizyonla öğretimin düşmanları içerisinde en korkutucusu yorumdur.Argümanlar,hipotezler,değerlendirmeler,nedenler,çürütmeler ya da akıl yürütmeye dayalı söylemin diğer geleneksel araçları televizyonu radyoya,daha kötüsü 3. sınıf bir basılı materyale çevirir.Demek ki televizyonla öğretim daima hareketli görüntüler ve müzik eşliğindeki öykü anlatma biçimine bürünür.Bu”uzay yolu”nun olduğu kadar “cosmos”un,”different strokes”ın,”susam sokağı”nın ve “nova” gibi televizyon filmlerinin de karakteristik özelliğidir.Televizyonda hem görselleştirilemeyen hem de teatral bir çerçeveye oturtulamayan hiçbir şey öğretilmez.
Önkoşulsuz, kafa karıştırmayan ve yorumsuz bir eğitime verebileceğimiz en doğru isim eğlencedir.Ve bir Amerikan gencinin zamanını,uyumanın dışında,televizyon izlemekten başka hiçbir etkinliğin doldurmadığı düşünüldüğünde,şimdi öğrenme yönünde toplu bir eğilim bulunduğu sonucunu çıkarmaktan kaçamayız.Vurgulamak istediğim ikinci noktanın kaynağı da burasıdır:bu yeni yönelişin sonuçları,hem öğrenci dersliğinin etki gücünün gerilemesinde hem de,paradoksal olarak,dersliğin yeni bir şekle sokulup öğretim ile öğrenimin müthiş eğlenceli faaliyetler olmasının tasarlandığı bir yere çevrilmesinde gözlemlenecektir.
Dersliğe bir rock konseri yeri biçimini veren philadelphia ‘daki deneyden daha önce söz etmiştim.Ancak bu,eğitimi bir eğlence tarzı olarak tanımlama girişimlerinin en aptalca örneğinden başka bir şey değildir.Öğretmenler,ilkokullardan üniversiteye kadar,derslerinde görsel uyarıcı payını arttırmakta ,öğrencilerinin altından kalkması gereken yorum miktarını azaltmakta,okuma yazma ödevlerini daha az temel almakta,istemeden de olsa öğrencinin ilgisini çekebilecek başlıca aracın eğlence olduğu sonucuna varmaktadırlar.bu bölüm geriye kalan sayfalarını hiçbir günlük çekmeden öğretmenlerin dersliklerini ikinci-derece televizyon programlarına çevirme (bazı örneklerde bilinçsizce)çabalarının örnekleriyle doldurabilirim.Ancak ben buradaki savımı,yeni eğitimin bir sentezi-ilahlaştırılmış biçimi değil-sayılabilecek olan “The Voyage of the Mimi” adlı programa dayandıracağım.”The Voyage of the Mimi”eğitim alanındaki en prestijli kurumları (eğitim bakanlığı,Bank Street Collage of Education,kamu yayıncılığı sistemi,Holt,Rinehart and Winston yayınevi)bir araya toplayan pahalı bir bilim ve matematik projesinin ismidir.projenin gerçekleşmesi de parasını daim aslolan tasarılara yatırmayı ilke edinmiş eğitim bakanlığından alınan 3.65milyon dolarlık bağış sayesinde mümkün olmuştur.Ve gelecek,”The Voyage of the Mimi”dir.Bu projeyi özet biçimde tanımlamak için 7 ağustos tarihli The New York Times’ta çıkan şu dört paragrafı aktarayım:
Seyyar bir balina araştırma laboratuvarının maceralarını anlatan 26 bölümlük bir tv dizisine temellenen/bu proje/,televizyon izlemeyi,bol illüstürasyonlu kitaplarla ve bilim adamlarıyla denizcilerin çalışma biçimlerini taklit eden bilgisayar oyunlarıyla birleştirmektedir…
“The voyage of the mimi”,Maine kıyısı açıklarındaki iri balinaların davranışlarını gözlemlemek amacıyla düzenlenen bir yolculukta,huysuz bir gemi kaptanı ile iki bilim adamına eşlik eden dört genç insanın serüvenlerini anlatan on beşer dakikalık televizyon programlarından oluşur.Orkinos avlayan bir tekneden bozma geminin tayfaları gemiyi yüzdürür,balinaları arayıp bulur ve bir fırtına sonucu geminin tekne kısmının hasar görmesiyle çıktıkları ıssız bir adada hayatta kalmaya çalışırlar…
Her dramatik episodu o konuyla ilgili on beş dakikalık bir belgesel izler.Bu belgesellerden birinde,henüz yirmisine basmamış aktörlerden birisi,Greenport L.I.’da nükleer fizikçi olan ve deniz suyunu dondurarak arıtmanın bir yolunu geliştiren Ted Taylor’u ziyaret izler.
Öğretmenlerin kayda almamakta özgür oldukları ve işlerine geldiği gibi yararlandıkları televizyon programları,öyküden doğal olarak çıkan dört akademik temayı (harita gemicilik hünerleri,balinalar ve onların yaşama ortamları,ekolojik sistemler ile bilgisayar dili) bir araya getirilen kitap ve disketle tamamlanmaktadır.
Televizyon programları PBS kanalı tarafından hazırlanmış,kitaplar ile bilgisayar programları Holt,Rinehart and Winston tarafından temin edilmiş,eğitim uzmanlığı ise The Bank Streert College bünyesindeki bir fakülte tarafından sağlanmıştır.Demek ki “The Voyage of the Mimi “ programı hafife alınmamalıdır.Eğitim bakanlığından Frank Withrow şunları söylemiştir:”Bu programı yaptıklarımızın amiral gemisi olarak görüyoruz.Diğer programlarda bu modeli izlemeye başlayacaklardır.”Projeye katılan herkes coşkuyla doludur,ağızlarından bu projenin yararlarıyla ilgili abartılı iddialar dökülüp durmaktadır.Holt ve Rinehart and Winston’dan Janice Trebbi richards’ın iddiasına bakılırsa,yapılan araştırmalar enformasyon dramatik bir ortamda sunulduğu zaman öğrenimin arttığını göstermektedir ve televizyon da bu işi diğer araçlardan daha iyi yapabilir.”Eğitim bakanlığı yetkilileri üç aracı(televizyon,basılı yayın ve bilgisayar) birleştirmenin cazibesinin,ileri derecede düşünme yetilerini geliştirme potansiyeline bağlı olduğunu iddia etmektedirler.Mr. Withrow şunları söylemektedir.”The Voyage of the Mimi”gibi projeler mali açıdan önemli tasarruflar sağlayabilir.Çünkü yaptığımız her şeyden daha ucuza mal olmaktadır.”Mr. Withrow bu tür projeleri finanse etmenin bir sürü yolu olduğunu da ileri sürüyordu:”Susam Sokağını ortaya çıkarmak beş altı yılımızı aldı ama önünde sonunda tişörtler ve çörek kavanozlarından para kazanmaya başlayabilirsiniz.”
“The Voyage of the Mimi “ nin neyi temsil ettiğin,bu fikrin özgün olup olmadığını da aklımızda tutarak zihnimizde canlandırmaya başlayabiliriz.Burada “3 aracı birleştirmek”ya da “multi medya sunumu” diye adlandırılan şeye,eskiden genellikle çok mütevazi bir amaçla öğrencilerin öğretim programına ilgilerini arttırmayı hedefleyen ve öğretmenlerin yıllardır kullandıkları şekliyle “görsel,işitsel,yardımcı araçlar” denirdi.Bundan başka yıllar önce Eğitim Dairesi(o zamanki adıyla buydu),İngilizceyi yanlış kullanmaya yatkın olan genç insanların çeşitli toplumsal problemlerini el yordamıyla çözmeye çalıştıkları televizyon dramatizasyonlarından oluşan”Watch Your Mouth”adlı dizi projesi için WNET’e belli bir fon tahsis etmişti.Öğretmenlerin her programla beraber yararlanacakları dersleri dil bilmciler ve eğitimciler hazırlıyordu.Dramatizasyonlar(John Travolta’nın karizmasının belirgin avantajından yararlanan”Welcome Back,Kotter kadar iyi olmamakla birlikte)etkiliydi.gelin görün ki”Watch Your Mouth’u izlemesi istenen öğrencilerin bu nedenle İngilizceyi kullanmakta daha da ustalaştıklarını gösteren hiçbir kanıt yoktur.Gerçekten günlük sponsorlu televizyon programlarında zaten bozuk İngilizce kıtlığı çekilmediğinden,ABD hükümetinin derslikte incelenecek bir kaynak olarak ek saçmalıklar üreten birisine onca para ödemeye kalkması merak konusuydu.Onun yerine David Suskind’in programlarının herhangi birinin video kasetini alsalar,bir İngilizce öğretmeninin bir sömestirlik analiz edilecek malzeme ihtiyacını karşılayacak kadar dil yanlışlığı bulurlardı.
Bununla birlikte eğitim bakanlığı,görünüşe bakılırsa şu inanca dayanarak bir atılım yapmıştır:Gene Ms. Richards’ın sözlerini aktarırsak”enformasyon dramatik bir ortamda sunulduğu zaman öğrenimin ve televizyonun bu işi diğer araçlardan daha iyi yaptığını gösteren bol miktarda kanıt vardır.Bu iddiaya verilebilecek en iyi niyetli yanıt bunun yanıltıcı bir sav olduğudur.George Comstock ile çalışma arkadaşları,televizyonun bilme süreci dahil olmak üzere davranışlar üzerindeki genel etkilerini konu alan 2.800 incelemeyi gözden geçirmişlerdir ve “enformasyon dramatik bir ortamda sunulduğu zaman öğretimin arttığı”doğrultusunda ikna edici bir kanıt gösterememektedirler.Aslında Cohen,Salamon;Meringoff;Jaceby;Hoyer ve Sheluga;Stauffer;Frost ve Rybolt;Stern;Wilson;Neuman;Katz,Adoni ve Parnessile Gunther’in çalışmalarından bunun tam zıddı bir sonuç çıkmaktadır.Örneğin Jocoby ile arkadaşları,sponsorlu televizyon programları ile reklamların otuzar saniyelik bölümleriyle ilgili on iki doğru/yanlış sorusunu izleyicilerden yalnızca yüzde 3.5’inin başarıyla yanıtlayabildiğini saptamışlardı.Stauffer ile arkadaşları,öğrencilerin,televizyon,radyo ve basılı yayın aracılığıyla bir haber programına yanıtlarını incelediklerinde,programda yer alan insanların isimleri ve sayılarıyla ilgili sorulara doğru yanıtların basılı yayınları izleyenlerde kayda değer ölçüde arttığını görmüşlerdi.Stern,televizyondaki bir haber programını izledikten yalnızca birkaç dakika sonra izleyicilerden yüzde 51’inin tek bir haberi dahi hatırlayamadığını bildirmekteydi.Wilson,ortalama televizyon izleyicisinin hayali bir televizyon oyununun içeriğinde bulunan enformasyonların ancak yüzde 20 sini aklında tutabildiği sonucuna varmıştı.Katz ve arkadaşları,televizyon izleyicilerinden yüzde 21’inin bir saatlik yayındaki hiçbir haberi hatırlayamadığını saptıyordu.Salomon ise buna diğer incelemelere dayanarak şu sonuca ulaşmıştır:”Televizyondan gelen anlamlar büyük olasılıkla parçalı,somut ve daha az çıkarsanabilirken,okumaktan gelen anlamlar ise daha büyük olasılıkla insanın önceden depo ettiği bilgilerine bağlıdır ve buna bağlı olarak daha fazla çıkarsanabilirdir.Başka bir deyişle,pek çok saygın inceleme açısından,televizyon izlemeyle öğrenmede kayda değer bir artış sağlanmaz ve televizyon izleme basılı yayınlara kıyasla yüksek düzeyde çıkarsamalı düşünceler üretmekte daha verimsizdir.
Ancak bağış almadaki beceriklilik fazla abartılmamalıdır.Biz hepimiz,özel bir proje söz konusu olduğu zaman umutlarımızı zayıf iddialara çevirmeye eğilimli olan insanlarız.Bunun dışında,Ms. Richards’ın bize kendi coşkusunu güçlendiren çeşitli incelemeler gösterebileceğinden en ufak bir kuşkum yoktur.Önemli olan,çocuklara gereksiz yere zaten izlediklerinden daha fazla televizyon ve tabii dramatizasyon-izletme amacıyla para isteyecek olursanız,retoriği olağanüstü boyutlara çıkarmaktan başka bir çarenizin bulunmadığıdır.
“The Voyage of the Mimi”nin en çarpıcı yanı,seçilen içeriğin açıkça,öncelikle televizyonda gösterilebilir olmasından dolayı seçilmesidir.Bu öğrenciler iri balinaların davranışlarını niçin inceler?Denizcilik ve harita okuma becerileriyle ilgili “akademik temelar”ın öğrenilmesi ne kadar önemlidir?Denizcilik hünerleri hiçbir zaman “akademik tema” sayılmamıştır ve aslında büyük şehirlerdeki çoğu öğrencinin umurunda bile değildir.Nasıl olmuşta “balinalarla onların yaşama ortamları”nın bütün bir yıllık çalışmayı kapsayacak kadar ilgiye değer bir konu olduğu kasnısına varılmıştır.?
Ben “The Voyage of the Mimi”nin “Eğitim neye yarar?”sorusunu değil,”televizyon neye yarar “ sorusunu soranlarca tasarlandığını ileri süreceğim.Televizyon,dramatizasyonlar,deniz kazaları,gemici maceraları,aksi ihiyar kaptanlar ve ünlü aktörlerin röportaj yaptığı fizikçiler için yararlıdır.Tabi “The Voyage of the Mimi”den aldığımız şeyde budur.Bu macera komedisinin bol illüstrasyonlu kitaplar ve bilgisayar oyunları eşliğinde yapılması,yalnızca televizyon sunumunun öğretim programını denetlediğini ortaya koyar.Öğrencilerin resimlerini tarayacak kitaplar ile öğrencilerin oyuncakları bilgisayar oyunları televizyon programlarının içeriği tarafından belirlenir,ve bunun tersi olmaz.Kitaplar anlaşılan işitsel-görsel yardımcı kaynaklara dönüşmüştür;eğitimin içeriğinin esas taşıyıcısı televizyon programıdır ve televizyon öğretim programında önde gelen bir yer kapma iddiası da onun eğlendirici olmasına dayanmaktadır.Kuşkusuz bir televizyon yapımı derslere ilgiyi canlandırmak için,hatta bir dersin odak noktası olarak kullanılabilir.ancak burada yaşanan şey,okulun öğretim programının içeriğinin televizyonun karakteriyle belirlenmesi,hatta daha da kötüsü,bu karakterin dıştan bakıldığında incelenen şeyin bir parçası bile olmamasıdır.Okul adasının,öğrencilerin her türlü medyanın-televizyon dahil olmak üzere-insanların davranışları ve algılarını şekillendirmesinin yollarının araştırmasının asıl yeri olduğu sanılmaktadır.Oysa öğrencilerimiz liseyi bitirene kadar yaklaşık on altı bin saat televizyon izlemiş olacaklarından,eğitim bakanlığı yetkililerinin kafalarında bile,öğrencilerimizin televizyonu nasıl izleyeceğini ne kadar eleştiri dozuyla onun karşısına geçileceğini kimden öğrenmeleri gerektiğiyle ilgili sorular belirecektir.”The Voyage of the Mimi” projesi bu soruları geçiştirir,daha doğrusu öğrencilerin “St. Elsewhere” ya da “Hıll Street Blues” gibi programları da izledikleri zamanki kafayla dramatizasyonların başına geçeceklerini umar.(“Bilgisayar dili” denilen şeyin bilgisayarın bilime yönelimleri ve toplumsal etkileriyle ilgili sorular ortaya atmayı gerektirmediği de varsayılabilir;ki ben de yeni teknolojiler konusunda ortaya atılacak en önemli soruların bunlar olduğunu savunmaya cüret edeceğim.)
Başka bir deyişle ,”The Voyage of the Mimi” programı,medyayı tam medya tüccarlarının istediği tarzda ,sanki medyanın kendisine özgü hiçbir epistomolojik ya da politik gündemi yokmuş gibi akılsızca ve göze görünmez biçimde kullanmak üzere yaklaşık 3.65 milyon dolar kadar para yemiştir.Ve sonunda öğrenciler ne öğrenmiş olacaklardır.? Elbette balinalar,belki denizcilik ve harita okumayla ilgili bir şeyler öğreneceklerdir.(ki bunların çoğunu başka yollarla da öğrenebilirler.)Esas olarak,öğrenimin bir eğlence biçimi olduğunu ya da daha net bir ifadeyle,öğrenmeye değer her şeyin bir eğlence biçimine bürünebileceğini ve bürünmesi gerektiğini öğrenmiş olacaklar;üsteli,eğer İngilizce öğretmenleri onlardan sözcükleri rock müzik aracılığıyla öğrenmesini isterse,tarih öğretmenleri onlara 1812 savaşı hakkındaki bilgileri şarkıyla anlatırsa ya da fizik öğretmenleri onların karşısına tatlı bisküviler ve tişörtlerle çıkarsa bunlara kesinlikle itiraz etmeyeceklerdir.Gerçekten böyle bir şeyi bekleyecekler ve sonuçta politikaları,dinleri,haberleri ticaretlerini aynı derecede sevinçle algılamaya iyi hazırlanmış olacaklardır.
Televizyon Öldüren Eğlence
Neil Postman
Gösteri Çağında Kamusal Söylem

12 Kasım 2010 Cuma

37 ekran TV için cinayet

Ümraniye’de Nesibe Demir (66) yaşadığı gecekonduda kimliği belirsiz kişi ya da kişilerce karnından bıçaklanıp, boğazı kesilerek öldürüldü. Evde yapılan incelemede, 37 ekran televizyon ve uydu alıcısının çalındığı belirlendi.

Gecekondu'da kızı Fatma Demir ile birlikte yaşayan Nesibe Demir'in cesedini dün akşam üzeri eve gelen kızı buldu. Fatma Demir, çalıştığı konfeksiyon atölyesinden çıktıktan sonra evine geldiğinde kapının açık olduğunu fark etti. İçeri girdiğinde eşyaların dağınık olduğunu ve kan izlerinin olduğunu fark etti. Odanın ortasına yığılan eşyaları kaldıran Demir, annesinin cesedi ile karşılaştı. Dışarı çıkarak komşularından yardım isteyen Fatma Demir, aynı mahallede oturan ablası Güler Yalman’a haber verdi.

İhbar üzerine olay yerine gelen polis, cinayetin işlendiği gecekondu etrafından geniş güvenlik önlemi aldı. Olay Yeri İnceleme ekipleri, Nesibe Demir'in karnından bıçaklandıktan sonra boğazının kesilerek öldürüldüğünü belirledi. Evde yapılan incelemede ise 37 ekran televizyon ve uydu alıcısının çalındığı belirlendi. Nesibe Demir’in cesedi, yapılan incelemeden sonra savcılık talimatıyla Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi morguna kaldırıldı.

Cinayetin aydınlatılması için çalışmalar sürdürülüyor.

İSTANBUL 10 Aralık 2009

8 Kasım 2010 Pazartesi

söylence o ki; zamanın birinde .......


Çok tüketmekten ve paraya düşkünlüğünden ötürü bir haber spikeri tanrılar tarafından canavara dönüştürülmüş.Dolunay geceleri aniden belirir ekranda ,seyirciden kaparmış kumandayı,onu rahatça yiyebilmek için önce iyice uyuşturur,sonrada çiğ çiğ yermişşşşş......Düzelmesinin tek yolu,bencilliğinden vazgeçmesiymiş.Yıllar yılı ekranda yaşayıp gitmiş,insan eti yedikçe her geçen gün daha da çılgınlaşmış,düzelmek ne kelime....Aman dikkat siz siz olun bu canavara dikkat edin,heran belirip elinizden kumandayı kapabilir:)

25 Ekim 2010 Pazartesi

hayvan tutukevi


Belgesel (dökümanter) deyimi "belgelerle ilgili,belgelerden oluşan ,belgelere dayanan"gibi anlamlara gelir.Tv lerde izlediğiniz belgesellerde hatırladığınız vahşi hayat,şehirlerdeki hayvan tutukevlerinde (hayvanat bahçeleri) unutuluyor.Neden biraz da bunu hatırlamıyorsunuz?

24 Ekim 2010 Pazar

Desperation


There are women on the billboards and in commercials on TV
There are women selling products with their own bodies
Women selling beer, cigarettes and gum
Women looking shallow-minded and inherently dumb
Women selling cars, cosmetics and attire
Telling us to look good, this is what's required
There are women on the corners selling themselves upon the streets
Why are women so expected to sell their own sexuality?
There are women in magazines to tell us how to act
Manipulating us as children, telling us it's fact
There are women who have figured out to make a decent wage,
It's worth the humiliation of dancing on a stage.
Greedy eyes fixed on her, she has to hold a smile
cause she's single with two children and the pay makes it worth while...
They pay women for their sexuality, they know that it will sell
And some women see the money as an escape from their own hell
Both the sex industry and advertisors feed on desparation
preying on inequality, the accepted male/female relation
The more insecure the better, that's when we believe their lies

It's time to rethink and relearn, and open up our eyes.
contravene

23 Ekim 2010 Cumartesi

yaylaya televizyonu sokmamışlar



"Rize'nin Çamlıhemşin İlçesi Şenyuva köylüleri,komşuluk ilişkilerinin bozulacağı gerekçesiyle Sal yaylasına,televizyon sokmadı.Köylüler daha önce de kablolarının yaylada doğal güzelliği etkileyeceği gereçesiyle imza toplamış,ancak elektirik hatlarının yeraltına alınmasıyla ikna olmuştu.Hava ve gürültü kirliliğine neden olacağına inandıkları araçların girişini önlemek için yol yapımını yaylada 500 metre mesafede durduran köylüler,evlerine de ancak patikadan ulaşabiliyor.
Yayla sakinlerinden 71 yaşındaki Süleyman Ataman ,"yayla da televizyonumuz yok,kullanmıyoruz.Bir araya gelip sohbet etmek ve evlere kapanmamak amacıyla televizyonu yaylaya sokmadık"dedi."
habercicin /başak acar/ankara

18 Ekim 2010 Pazartesi

"pek çok kişi yalnızca başlıkları okuyor."

"_thoreau gibi gittikçe daha çok kişi gazete okumuyor.ne televizyon izlerim ne de radyo dinlerim.20.yüzyıla pek ait olmadığımı düşünebilirsin,fakat kendimizi yok etme noktasına çok yaklaştığımızın farkındayım.buna ilişkin haberler geldiğinde sanırım bir şekilde bunu duyacağım." wıllıam duckworth
"_son zamanlarda,uçak seyahatlerim ve benzeri nedenlerle her zamankinden daha fazla okuyorum.geçen ay elime geçen en iyi gazetenin christian science monitor olduğunu söylemeliyim.gündemdeki olayları onların bile anlamlandıramadığını görmek hayli şaşırtıcıydı.yazılardan birinde abd ile rusya arasında bir denge olmasının öneminden ve savunmamızı güçlendirmemiz gerektiğinden bahsediliyordu.yani gerçekten böyle demişler.oysa bir ülke kendini tamamen silahsızlandırarak saldırılara açsa,öteki de hemen buna uyar.thoreau,martin luther king ve gandhi'den de biliyoruz ki,savunmasızlık saldırılara karşı en iyi savunmadır.aslanaın inindeki daniel.bizi,rusların bizi ele geçirebilecekleri bir yere atın!gazetelerin en çok ele aldığı diğer bir konu da işsizlik,çünkü gittikçe tırmanıyor.işsiszlik,geleceğin normal akışı olarak değil bir dehşet unsuru olarak görülüyor.teklif edilen işler artık kimsenin ilgisini çekmiyor.kimse iş istemiyor.insanların verimli olmaları için gereken şey,
kendi kendilerine iş vermeleridir.halihazırda buna giden yolun yarısındayız ve tüm yaptığımız şu büyük işsizlik sorunundan şikayet etmek.bu aptalca.bu,tanrıya inanmak kadar aptalca."
john cage
destroyed music

7 Ekim 2010 Perşembe

"En temel eylemler bile ,kendi temsillerinin gerisine düşebilir."

"Ressam Eric Fischl'in kısa bir süre önce Whitney Müzesinde düzenlediği etkinlikte ,bir çift cinsel birleşmede bulunuyordu.Bir video kamera çiftin cinsel birleşmesini kaydediyor ve bir tv ekranından yine çiftin kendisine gösteriyordu.Adamın gözleri ekrandaki görüntüye kaymıştı;açıkçası ekrandaki görüntü;cinsel birleşme eyleminin kendisinden çok daha heyecan vericiydi.Lambayla aydınlatılan derinliklerdeki dramatik değişkenliği yansıtan uyarıcı mağara resimleri ,Fischl'in deneyinde gözleri ekrana kayan adamın tutumuna benzer bir değişimi başlatmıştır.Bundan şöyle bir sonuç çıkarabiliriz;en temel eylemler bile,kendi temsillerinin gerisine düşebilir."
john zerzan


5 Ekim 2010 Salı

BİR İKONA OLARAK TV. VE İKONAKLASTİK BİR HAREKET OLARAK TV. KIRICILIĞI


BİR İKONA OLARAK TV. VE İKONAKLASTİK BİR HAREKET OLARAK TV. KIRICILIĞI

Günümüzde, tarihin diğer çağlarındaki hakim ve insanları ajite eden kavram olan dinden çok daha etkin ve genişleme alanına sahip bir kavramla karşı karşıyayız.

Bu kavram televizyondur. Televizyon, egemen sınıfların kitleler üzerinde sosyo- ekonomik hakimiyetlerini sağlamak ve pekiştirmek üzere kullandıkları ideolojik bir saldırı biçimidir.

Güçperestizmin insanlar arasındaki ilişkilerin yapıtaşına evrildiği yaşadığımız zamanda, gücü elinde tutanların şaşaalı bir ikonası olan televizyon, tıpkı ikonaklastistlerin gerçekliğin tezahürü olduğunu reddettikleri ikonalar gibi parçalanmalı ve gerçek özgürleştirilmelidir.

25. kareler, subliminal mesajlar, görsel ve işitsel tümdeş ileti gönderebilmenin tüm olanaklarıyla gündelik hayatlarımıza saldıran, bize cinsel rollerimizden onları nasıl icra edeceğimize kadar model alma yoluyla gösteren, alışverişe sevk eden, kitleler arasında düşmanlık tohumları eken, sınıflar yaratan bu aygıt izleyenler açısından popüler tabirle bir aptal kutusu olsa dahi, onu yöneten sınıfların elinde tıpkı izleyenlerin elindeki kumandaya dönmekte, izleyenlerse istenilen görüntülerin aksettirildiği ekranlara dönüştürülmektedir.

Burada ortaya çıkan temel çelişki insanın hayatının biricikliği, kendindenliği ve kendine aitliği genel kabul görürken, tv’nin tam da aksi istikamette bir provakasyon alanını kitleleri monokromlaştırarak istençle yaratmasıdır. Yukarıda bahsedilen biriciklik, kendindenlik ve kendine aitlik var olmadan yaşam var olamaz. Evet, bir şey kalır geriye; ama bu kalan artığa, posaya da yaşam denilemez.

Yaşamın olmadığı, renklerin çekilerek hakim bir tek renkliliğe dönüştürüldüğü yerde çeşitlilik sözlüklerde kalmış, gündelik hayatta bir karşılığı olmayan bir sözcüğe, geri dönüşü olanaksız nostaljik bir tanıma dönüşür. Hayatın özerkliğinin ve çeşitliliğin devamı açısından tüm tv’ler kırılmalı, tüm vericiler yıkılmalı, tüm stüdyolar da yakılmalıdır.

Bu bağlamda, bireysel olarak tercihim, verilen estetik değerlerin reddi, kavramsal olarak sembolik bile olsa bu dayatma estetizasyonunun parçalanmasına atfettiğim önemden dolayı resim- fotoğraf ve video alanlarında tv’nin parçalanması konusunu işlemektir.

26 Eylül 2010 Pazar

neee??? baltayla baz istasyonumu parçaladılar???

baz istasyonunu parçaladılar

17 ağustos 2010 salı

Gaziosman paşa barboros hayrettin paşa mahallesinde on gün önce kurulan baz istasyonu mahalle sakinlerine yeter dedirtti.Kurulan baz istasyonunun 20 metre yakınında bulunan şehit mustafa gümüş ilköğretim okulunun ve 3 okulunda sınır yerlerde olması velileride harekete geçirdi.

Hem kendileri hem çocukları için tehlike oluşturan baz istasyonu için,"sağlığımız tehlikede","oya gelince oy,sonra bizi düşünen yok" diye sitem ederek ve bunlara duyarlı yetkili bir kurum bulamamaktan yakınarak çareyi baz istasyonunun kablolarını koparmakta buldular.Kabloları baltayla parçalayan kadınlar ,daha sonra binanın giriş katındaki depoya girip baz istasyonunun makinasınada baltayla saldırarak etkisiz hale gelmesini sağladılar.İstasyonun yapıldığı apartmanın sahiplerine ulaşamayan kadınlar,öncülüğünü yaptıkları protestoyla baz istasyonunu kullanılamaz hale getirdiler.Gerekirse sabahlara kadar otururuz diyen mahalle sakinleri baz istasyonunu mahallemize istemiyoruz ,dediler.

destroy your tv

erkek tv ile flört eder alım kararını kadın verir.

teknosa genel müdürü mehmet nane,satın almadan önce yaşanan flört döneminin her üründe değiştiğini belirterek ,"televizyon için erkek dolaşır,birini gözüne kestirir ve bir süre flört eder.en son nişan takma aşamasına gelince eş devreye girer.ve sonunda satın alma işlemini kadın gerçekleştirir.cep telefonları daha çok arkadaşlarla birlikte satın alınır.bilgisayarda söz hakkı çocuğa geçiyor.beyaz eşya ve küçük ev aletlerini çoğunlukla eşler birlikte satın alıyor",dedi.satın almadan önce her üründe farklı bir flört dönemi olduğunu belirten nane,televizyonda 18 ay,bilgisayarda 2 yıl flört yaşandığını.satın aldıktan hemen sonra yenisini düşünmeye başladığını söyledi.

24 Eylül 2010 Cuma

what we want is free


ı don't need no credit rating
mass production market slaving
ı won't spend my life behaving
to the monopolies
if in time ı cease to function
blame t on a bad deduction
all ı see is prime corruption
and the monopolies
they sell me sort
shatter my ambition
they buy me out
that's the wrong description
they buy me off
ı've no ammunition
that's what they want for me
but what we want
is free
what we want
is free
what we want
is free
what we want
is free
ı don't need no loan investment
floating bonds or sales engagement
the monopolies
they sell me sort
shatter my ambition
they me out
that's the wrong description
they buy me off
ı've no ammunition
that's what they want for me
but what we want
is free
what we want
is free
what we want
is free
what we want
is free
ı won't spend my life behaving
say ı'm wrong for disobeying
all your shit is so degrading
ı won't spend my life behaving
what we want
is free
what we want
is free
what we want
is free...................................!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!
articles of faith

18 Eylül 2010 Cumartesi

freedom! forever!

"Bu maskenin altındaki et ve kemiklerden oluşan yüz,benim benliğime ait."
"Bu maskenin altında etten fazlası var.Bu maskenin altında bir fikir var ve fikirler negatif subliminal mesajları geçirmez.!"
V

"Subliminal mesaj ve negatif subliminal mesaj:başka bir objenin içine gömülü olan bir işaret ya da mesajdır ve normal insan algısı limitlerinin altında kalmak o anda fark edilmemek üzere tasarlanmıştır.Subliminal mesajlar insanın bilinçli dikkati tarafından farkedilmezler ancak bu mesajlar insanın bilinçaltını etkiler.Subliminal teknikler reklamcılık ve propaganda alanlarında sıklıkla kullanılmaktadır.İnsan kulağı sadece belirli titreşim sıklığı aralıklarındaki sesleri duyabilir.Eğer siz bir müzik parçasını rahatça duyabiliyorsanız bu sizin duyabileceğiniz titreşim aralığında olduğunu gösterir.insan beyninin algısı ise,bundan daha düşük ya da daha yüksek frekansları algılayabilecek kapasitededir.Dikkat ediniz duyabilecek değil algılayabilecek diyoruz.Yani ,kulağımız ancak belirli bir titreşim aralığındaki sesleri duyabilir.Fakat beynimiz bu aralığındaki sesleri duyabilir.Fakat beynimiz bu aralığın çok ötesindeki sesleri algılar,hisseder.Aynıları görme algımız içinde geçerlidir."

Subliminal mesajlar olumlu yöndede kullanılabilinir.Bazı nlp uzmanları yada şifa yöntemleri bunu olumlu telkin amaçlı kullanırlar.Bu kişinin kendini sevmesi için yada motivasyonunu arttırmak için olabilir.Ancak tamamen tersi yönde olumsuz anlamdada kullanılabilinir.Bu nedenle sublimal mesajları değil olumsuz anlamında negatif subliminal mesajları eleştirdiğimi belirtmek isterim.

"1900'lü yıllara uzanan bir geçmişi var bu tür çalışmaların.Psikolog ve psikanalistlerin insanla ilgili uyguladıkları,gözlemledikleri ve deneylerle ortaya koydukları bilgi ve bulgulardan yola çıkarak "insanı nasıl etkileyebiliriz" sorusuna cevap aradılar.İlk başta ticari hedefler ve büyük şirketlerin mallarını halka pazarlamanın bir yolu olarak gördüler bu şuur_altı teknikleri.Daha sonra ise bu tktiği öğrenen her kişi ve her yapımcı kendi niyet,inanç ve ideolojisine göre vermek istediği mesajları bu yolla insanlara zerk etmeye başladılar.

İşte buradan hareketle şuur_altı hedef olarak mesaj göndermeyi hedefleyen ve adına "subliminal mesajlar"(şuur_altı telkinler) denilen bu tür reklamlar ilk kez 1950 'li yıllarda amerikada ortaya çıktı.James Vicary adlı reklamcılık uzmanı,sinema salonlarında yaptığı bir deney sonucu patlamış mısır ve kola satışlarının arttığını iddia etti.Bu deneyde film perdede oynarken,saliselik görüntüler halinde gözle görülmeyen gizli kareler ve gizli mesajlarda:"patlamış mısır ye" ve "kola iç" sloganları çıkıyordu.Seyirci bu sloganları şuurla algılayamadığı halde ,şuuraltına hitap eden bu sloganlar neticesinde kola satışlarında yüzde 18.1,patlamış mısır satışlarının ise 57.7 lik arttığı görüldü.

İşte o gün bugündür ygulanan 25.kareler sadece bir insanı ya da bir topluluğu değil;bütün insanlığı tehdit edegelmektedir.

Bu adamlar zaten açıktan açığa bu işi yapıyorlar.Filmlerle ,reklamlarla her tür mesajı veriyorlar.buna rağmen neden böyle bir gizli kare tekiniği uyguluyorlar."

aslında şimdide ifşa olduğu halde hala açıktan açığa uygulanıyor bu teknik

"cevabu basit;çünkü gördüğümüz zaman bu kadar etkili olmuyor.Çünkü kişi,şuurlu bir tercih ile gördüklerini veya duyduklarını ya red ediyor ya da kabul ediyor.

Fakat bu ,öyle birşeyki insan onu görmüyor,duymuyor ve hissedmiyor,yani böyle bir şeyi kabul veya reddetme imkanımız var mı???elbette hayır...

İşte 25.karenin ve sübliminal reklamların temel mantığı budur.Hedefteki kitlenin şuurlu tercih hakkını gaspederek,onları gizlice zehirlemek!

Peki nedir bu 25.kare?

Gördüğümüz bir anlık görüntü:655 satır ve frame/çerçeve denilen 24 küçük kareden oluşur.

Sinema şeridinde,saat,dakika,saniye olarak bir diziliş vardır.

25.karenin temel mantığı da, mesajı şuur_altına göndermek olduğu için,artık dünya sinema sanayiinde bu tekniği kullanmayan yok gibidir.Yani sizler evlerinizde rahat koltuklarınızda oturup herhangi bir dizi/film ya da belgeseli,çizgi filmi izlerken aynı zamanda 25.karelerle şuur_altımıza gönderilen mesajlara/telkinlere/saldırılara maruz kalabiliyorsunuz.

Göz bunları görmüyor ama saniyenin 3 binde biri gibi bir zaman aralığında bu görüntü şuur_altına ulaşıyor,arada depolanıyor.Bu gizli mesajlar sayesinde,o reklamı,diziyi,filmi ya da herhangi bir resmi hazırlayan medya,kişi,yapımcı kendi niyetine göre mesajını şuur_altına göndermiş oluyor.

Şuur_altımız,zihin telkin yoluyla ikna olunmaya müsaittir."

o nedenle bana bir şey olmaz demeyin.Beyninizi iğdiş etmelerine izin vermeyin!!!!!

Hatırla hatırla

Patlamayı,ihaneti ve komployu

Bu ihaneti unutmak için hiçbir sebep göremiyorum

V

15 Eylül 2010 Çarşamba

Aydın'da neler oldu???

Aydın'ın Kuşadası ilçesinde belediyeye ait bir su kuyusu ile verici istasyonuna, kimliği henüz belirlenemeyen kişi ya da kişilerce zarar verildi.
Alınan bilgiye göre, Cumartesi gecesi geç saatlerde, kimliği belirlenemeyen kişi ya da kişiler, Pilav Dağı mevkisindeki verici istasyonuna saldırıda bulundu.
Polis, jandarma ve belediyeye ait telsiz antenleri, televizyon ve radyo kanalları ile telefon operatörlerine ait antenlerin bulunduğu verici istasyonunda kabloların kesildiği ve birçok cihazın kullanılamaz hale geldiği olay sonucu, televizyon ve radyo yayınları durdu.
Saldırganlar, verici istasyonuna yakın olan Ege Mahallesi Sivridağ mevkisindeki belediyeye ait su kuyusuna da zarar verdi. İlçeye su sağlayan kuyunun enerji kabloları kesildi, motoru parçalandı. Saldırganlar, su kuyusu ve verici istasyonuna enerji sağlayan trafoya da zarar verdi.
Su kuyusunun devre dışı kalması üzerine olayı fark eden belediye ekipleri, jandarmaya haber verdi.
Jandarma ekipleri, saldırıyla ilgili tutanak tuttu ve görgü tanıklarının ifadesine başvurdu. Olayla ilgili cumhuriyet savcısının talimatı doğrultusunda soruşturma başlatıldı.
-''CİDDİ ORANDA MADDİ ZARAR''-

Kuşadası Belediye Başkanı Esat Altungün, gazetecilere yaptığı açıklamada, saldırıların son derece üzücü olduğunu belirterek, belediye ve jandarma ekiplerinin araştırma yaptığını, sabotaj ihtimalinin ağırlık kazandığını söyledi.
Su kuyusundaki trafonun parçalandığını ve motorun çalışamaz duruma geldiğini ifade eden Altungün, şunları söyledi:
''Halkın malına zarar veren bu kişilerin saldırısı sonucu bir su kuyumuz devre dışı kaldı. Ayrıca ciddi oranda maddi zararımız da söz konusu. Bunun yanında verici istasyonuna yapılan saldırı yüzünden birçok televizyon ve radyo kanalı da ilçeye yayın yapamıyor. Bunu yapan veya yaptıran kişi ya da kişiler, mutlaka belirlenecek. Belediye olarak bizler de araştırıyoruz. Jandarma ekiplerimiz de olaya anında müdahale etti ve soruşturma başlattı.''
Altungün, su kuyusu ile verici istasyonundaki tamir ve bakım çalışmalarını kısa sürede tamamlamaya çalıştıklarını da kaydetti.

15 Haziran 2009, Pazartesi

10 Eylül 2010 Cuma

Bugün Zaytung’ta okumuş olduğum bir haber beni uzun zamandır düşündüğüm ve üzerine yazmak istediğim bir konuda tetikledi.Önce haberden bahsedelim: Hepimizin tanıdığı Çoşkun Aral Türk televizyon izleyicisine veryansın etmiş.Sebepse Çoşkun Aral’ın yayın yönetmenliğini yaptığı Digitürk 88. kanaldan yayın hayatına başlamış olan ilk yerli belgesel kanalı İz Tv nin izlenme oranıymış. %0,0015’lik reyting oranına sahip olan İz Tv’nin genel yayın yönetmeni Coşkun Aral “Eş,dost bildiklerimizin çok pis gazına geldik,bilemedik “demiş.


"Şu kanal kurulana dek etrafımızda kimle konuştuysak bize çok fazla televizyon seyretmediğini, izlerse de sadece belgesel izlediğini söylüyordu. Ancak işte bizim reytinglerimiz de ortada, güya zap yaparken arada göz gezdirilen dizilerin reytingleri de ortada... Herkes şapkasını önüne alıp düşünsün lütfen. Bu yalanı daha fazla uzatmanın anlamı yok; çok rica ediyorum, kim ne izliyorsa çıksın samimiyetle açık açık söylesin!" demiş.


Her ne kadar zaytung asparagas habercilik üzerinden mizahi bir muhalefet tarzı geliştirse de, bu mizahın hayattaki gerçekliğine de bir bakmak gerek.



Bir süredir devam eden tv karşıtı çalışmalarım sırasında benimde en çok tepki aldığım konu tamda bu noktadaydı. İnsanlar tv tarafından manipüle ve topluca hipnotize edildiklerinin farkında olmadığından her tv izleyen kişi, çalışmalarım karşısında savunma geliştirip “E, ben zaten televizyon izlemiyorum; sadece arada haberlere bakıyorum diyor.” Ya da ” Artık tv izlemenin modası geçti; internet var, neden ona karşı değilsin?” diyor.

Televizyon oldukça düşük güvenilirlikli bir medya aracıdır. Elbette tek medya aracı değildir.Bunun yanında reklam tabelalarını,cep telefonlarını,radyo ve gazeteleri,interneti ve hatta süpermarketleri sayabiliriz. Ancak internet yüksek güvenilirlikli gruba girer. Çünkü internet aracılığıyla bugün herhangi birisi herhangi bir konuyla ilgili görüşünü ister yazılı ister görselli sunabilecek alanlar oluşturabilir kendisine.Bu da merak ettiğimiz konularda bizlere daha kapsamlı araştırma imkanı sunar.Televizyon ise çok daha yüksek bir denetim mekanizması altındadır ve interaktifliğe açık değildir. Örneğin bir izleyici canlı yayına bağlanabilir.Ancak sunucu istediği zaman konuşmayı anında keser.Ve arkasından vereceği görsellerle ve edeceği birkaç kelimeyle, isterse izleyicinin söylemiş olduğu cümlenin anlamını tam tersi gösterebilir.Yani sansürsüz enformasyon internette televizyondakine göre çok daha kolaydır.Zaten tv programlarını yapanlar hiçbir zaman benim gibi insanlar da olmaz. Profesyoneller çalışır kanallarda.

Peki bakalım Türkiye’ de kaç televizyon kanalı var? Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü kayıtlarına göre, Türkiye’de 27’si ulusal ,16’ sı bölgesel ,215’ i de yerel olmak üzere 258 televizyon kanalı bulunuyor. Sadece ulusal, yerel ve bölgesel kanallar bunlar. Bunlardan 65′ i kablo, 92’siyse uydu üzerinden yayın yapıyor. Bu sayı bizi sadece haber veya belgesel izlediğimizden şüphe ettirmeye yetecektir diye umuyorum.

Çok saygın tv izleyicisi haberini tv’ den alırken doğruluğuna dikkat etmez ve herhangi bir başka araştırma yapmaya da yeltenmez,yapacağı en büyük araştırma aynı kanallarla bağlantılı olan gazeteleri okumak olacaktır.Tabi orada da senkronize giden haberleri okuyacaktır. İnternete girdiğindeyse yine televizyon beğenisine devam eden saygın izleyici burada da izleyici konumuna sadık kalarak , tv’ de görüp komik, ilginç, hoş bulduğu programlardan parçaları arayıp yine onlara bakacak; oradaki şarkıcıları dinleyecek,bağıntılı sitelere bakacaktır. Benimse sizlere önerim televizyon izlememekle kalmayıp, onu evinizin altında bir yere götürüp işini bitirmeniz olacaktır. Bunun için bir çapa yada balta kullanabilirisiniz. basakacar.blogspot.com/ adresinde onu öldürmek için konuyla ilgili videolar bulabilirsiniz.Çünkü onunla aktif olarak oynayabileceğiniz tek oyun onu kırmaktır. Saygın izleyicilere saygınlığını bozma üzerine verdiğim uyarı izlememekle kalmamız gerektiğidir.

Haydi; öldür televizyonunu !

başak acar

6 Eylül 2010 Pazartesi

lsd ekran

Tüketiciyim
Önümde binlerce olasilik
Cebimdeyse kısıtlı param var
Tasarruflar önemli ama
Peki ya ihtiyaçlar?
Birçok süpermarket
Birçok hoş ambalajlı ürün var
Neyse ki alişveriş merkezleri
Açıktır sabaha kadar
Evet ne diyebilirim?
Ben aslında tüketiciyim
Ben her satıcının
Hayallerindeki müsteriyim
Didinirim sabah akşam
Birçok bağımlılığım var
Edindikçe edinirim
Gözüm doymaz kolay kolay
Birçok süpermarket
Birçok hoş ambalajlı ürün var
Neyse ki alışveriş merkezleri
Açıktır sabaha kadar

Evet ne diyebilirim?
Ben aslında tüketiciyim
Ben her satıcnın
Hayallerindeki müşteriyim
Didinirim sabah aksam
Birçok bağımlılığım var
Edindikçe edinirim
Gözüm doymaz kolay kolay
Birçok süpermarket
Birçok hoş ambalajlı ürün var
Neyse ki alışveriş merkezleri
Açıktır sabaha kadar
Rashit

5 Eylül 2010 Pazar

2 Eylül 2010 Perşembe

crime scene do not cross


discovery channel’ı bastı 3 kişiyi rehin aldı
2 Eylül 2010
ABD’de discovery channel televizyonunun program akışında çevreye yeterince yer verilmemesinden şikayetçi olan bir adam dün tek başına kanalın binasını bastı.Türkiye saatiyle 20.00 sıralarında vücuduna kutular sarıp patlayıcı süsü veren eylemci, tabancayla tehdit ettiği “birkaç” kişiyi de rehin aldı. 4 saat süren eylem polisin baskın yapıp eylemciyi öldürmesiyle sona erdi. 3 rehine de kurtarıldı. Başkent washington yakınlarında kurulu discovery channel binasında çalışan yaklaşık bin 900 kişi, James J. Lee adlı eylemci yüzünden korku dolu saatler yaşadı. Baskın üzerine çalışanlar binayı hızla terk ederken çevre trafiğe kapatıldı. Lee’nin elinde tabanca olduğu ancak üzerinde patlayıcı bulunup bulunmadığı uzun süre anlaşılamadı. TSİ geceyarısına doğru, yapılan bir operasyonda James J. Lee canından olurken, 3 rehine de kurtarıldı. 2 yıl önce aynı yerde yerel gazetelere göre Lee, 2008 yılında aynı bina önünde binlerce doları havaya saçarken polis tarafından gözaltına alınmıştı. Yargılanan Lee, discovery channel’in yeryüzünü kurtarmak gibi bir derdinin olmadığını ve kendisinin bunu protesto ettiğini söylemişti. Lee’nin internet sitesinde ise şu ifadeler yer alıyor: “Bu adamlar, yeryüzü sorunlarının çözümüne katkıda bulunmuyor. Tek yaptıkları para kazanmak. Bunlara göz yumamayız.”


The montgomery count police were called to the scene of the discovery channel building in silver springs, maryland, eight miles from washington, dc, at a report of “shots fired”. Very quickly these police officers realized the situation was far more serious, as it was confirmed that an Asian looking man with a gun had walked into the lobby of the building, wearing what appears to be a bomb, and stated, “Nobody is going anywhere.”
Employees from inside the building, locked in a closet, are texting information to news agencies as the situation continues. Many of these witnesses do not wish to be identified for their own safety. Witnesses say that they saw “people” laying on the floor of the lobby where the hostage-taker is located.
A daycare center in the building is currently being evacuated, and the children are being taken to a nearby apartment until the parent can arrive to take them home. “fox” news channel showed footage of cribs being quickly wheeled away from the discovery channel building with sleeping babies still in the cribs.
The police have confirmed that they do have a suspect in the building with whom they are now speaking. Negotiations are currently being held by the montgomery county police, who say that the suspect wishes to speak with the executives of ‘the discovery channel’. They have also found a manifesto which could explain the motives of the suspect(s). This is unconfirmed as of yet, but can be seen here http://savetheplanetprotest.com/.
In the manifesto, the words, “Focus must be given on how people can live WITHOUT giving birth to more filthy human children since those new additions continue pollution and are pollution.”
According to fox news the man, James J Lee suspected to be the perpetrator. He is known to the employees at the building, and they have had action from him before, when he launched a “Save The Planet” protest and made demands of the Network at that time.

21 Ağustos 2010 Cumartesi

ezgi kulular'a teşekkürler :) beybiiiiii

DİKKAT; eğer tv kırmak isterseniz,siz ekrana vuruken , yüzünüze gelecek şekilde tutmayın tv'yi ,ekrandan saçılan camlar yüzünüze gelebilir.bu benim ilkimdi.

16 Ağustos 2010 Pazartesi

televizyon gerçek değildir,bir ilizyondur.......

eğer gerçeği istiyorsanız kendinize danışın,çünkü ancak oradan gerçeğin üzerine yükselebilirsiniz ....

15 Ağustos 2010 Pazar

Başmelek Mikail'in medya hakkında görşleri _Temmuz 2010 için Yeni Dünya Enerjileri


"Sevgililer, sizler başkalarının önceden paketlediği fikirlerini ve yanılsamalarını kucaklamak için merkezinizden uzaklaşırken, yanılsamanın sanrı, hezeyan olabildiği zamanlar vardır. Elmas ışık bu şeyleri nerede yapıyor olabildiğinizi görmenize yardımcı olacak.

Gezegensel veya Kollektif terimlerle bu, medya tarafından manipüle edilmenize izin verdiğinizde olur. Medyanız, “gerçeklik” haline gelen ve İnsanlığın kendi birbirine bağlılığının ve birliğinin gerçeğini deneyimlemesini ve bunu Uyum olarak ifade etmesini engelleyen yoksunluk, güvensizlik ve düşmanlık yanılsamalarını yaratmak için korku ve öfkenin düşük frekanslarındaki duyguları manipüle etmeye hizmet etmektedir. Ve bu nedenle, sıklıkla birçoğunuz korku ve öfkenin düşük frekanslarındaki Gezegensel krizlere tepki veriyorsunuz ve böylece Kalp frekansını yükseltmek ve Birlik ve Yaratıcı Çözümleri yaratmak yerine, ayrılığı yaratıyorsunuz. "
Başmelek Mikail

14 Ağustos 2010 Cumartesi

ı am lost in tv :))))

"I'm all lost in the supermarket I can no longer shop happily I came in here for the special offer A guaranteed personality...I wasn't born so much as I fell out Nobody seemed to notice me We had a hedge back home in the suburbs Over which I never could see I heard the people who lived on the ceiling Scream and fight most scarily Hearing that noise was my first ever feeling That's how it's been all around me..."

12 Ağustos 2010 Perşembe

gölge oyunu


"Televizyon en geç altı ay içinde piyasadan silinecektir.İnsanlar her akşam böyle bir kutuya bakmak istemez."Daryik F. Zanuck - Twenty Century Fox'un başkanı 1944

7 Ağustos 2010 Cumartesi

"televizyon ve nükleer tehlike benzer şeylerdir"

"televizyon da zincirleme giden bir nükleer süreçtir,ancak ondaki patlamanın için için kaynayan bir patlama şeklinde olduğu söylenebilir çünkü olayların sahip olduğu anlam ve enerjinin ateşini düşürerek,onları nötralize etmektedir."
jean baudrıllard

2 Ağustos 2010 Pazartesi


‎"do you know we are ruled by tv?"-- jim morrison, "an american prayer"

27 Temmuz 2010 Salı

"yerel gazeteler ölümüne sıkıcı ve hatta tehlikelidirler"

"aslında,bir arkadaşınızı ağır bilinçsizlik halinde bulursanız ilk yapacağınız şey yerel gazeteyi okuyup okumadığını kontrol etmek olmalıdır.durum buysa,o zaman gazeteyi pencereden fırlatın ve içeriye olabildiğince hava girmesini sağlayın,sonra da arkadaşınıza bir fincan şekerli çay yapın.biraz şansla onu kurtarabilirsiniz."
tom baker-domuzları tekmeleyen çocuk

19 Temmuz 2010 Pazartesi

"scum,"


"...nihai olarak radyo ve tv kanallarının bütün dalgalarını ele geçirecektir.bunu,scumın verici stüdyolara girişine direnen bütün radyo ve tv çalışanlarını zorla işlerinden uzaklaştırarak yapacaktır."
valerie solanas

12 Temmuz 2010 Pazartesi

kırmak

" Kırmak: Tavlada karşı oyuncunun pulunu oyun dışında bırakmak. " - TDK Sözlük

*Kerem Kamil Koç'a cici teşekkürlerimle :))

işte harika bir tv kırmaya örnek bu örnekteki gibi sizde deneyebilirsiniz.

11 Temmuz 2010 Pazar

kill your television (set yourself free)

You can drop it from the highest building with a grin just let it go watch it tumble past the windows hit the pavement down below and shatter upon impact coils wires tubes and glass the couch potato jester becomes a useless harmless mass


kill your television go and set your self free stowe the limitless corporate vision and another's twice told story grab the ad man by the eye balls wipe the smile from his face kill your tv now and save our human race


Wrap the chains up in your attic 'round your old trunk in your room put the tv in that steel chest seal up the video voice off doom find the nearest patch of water be it river lake or sea sink your package in the center for the fishes all to see


Or if you own a gun just stage your own hit and run and make your living room commercial free or take the hatchet from the shed the one with the real sharp edge and exercise your right to privacy


Grab the fire starter fluid from beside the Weber grill make sure adults are present put it on tv at will add newspaper and old kindling fire works from last July do your patriotic duty live tv free light up the sky

4 Temmuz 2010 Pazar

kırıcı üst yayın altın topuklar korosu...!!!


yayın akışkanlığının verdiği alışkanlığın mecrasında,son tv kırılana kadar sürecek haklı mücedelemde,kırıcı üst yayın altın topuklar korosu adına ;büyük matmazel diyor ki;
"beni izlemeye devam edin...!!!!

29 Haziran 2010 Salı

dadaaam!!!

hepiniz suçlusunuz, ayağa kalkın! marseillaise için veya "tanrı kralı korusun" dendiğinde olduğu gibi ayağa kalkın...dada yalnız başına kokmaz:o hiçbir şey,hçbir şey,hiçbir şey değildir.
umutlarınız gibidir:hiçbir şeydir.
cennetiniz gibidir hiçbir şeydir.
idolleriniz gibidr:hiçbir şeydir.
politikacılarınız gibidir:hçbir şeydir.
kahramanlarınız gibidir:hiçbir şeydir.
sanatçılarınız gibidir:hiçbir şeydir.
dinleriniz gibidir:hiçbir şeydir.

..............................................
diğer yandan dada hiçbir şey,kesinlikle hiçbir şey istemez,yaptığı halka "hiçbir şey hiçbir şey hiçbir şey anlamıyoruz "dedirtmektir."dadaistler hiçbirşey hiçbir şey hiçbir şey değiller ve hiçbir şey hiçbir şey hiçbir şeyde başarılı olmayacakları kesin."
kim hiçbir şey hiçbir şey hiçbir şey bilmez ki..................
francis picabia

25 Haziran 2010 Cuma

narcissos saw God in the water .............

narsisin suda kendi güzelliğine aşık olması,içindeki tanrısallığı bulması olsa gerek...."Narsis’in öyküsü kısaca şöyle anlatılır: Narsis, ırmak ilahı Kephissos ile arındırıcı suların bekçi perisi Liriope’nin oğlu olarak doğar. Bir kahin, ebeveynine Narsis’in dünyada, kendi yüzünü görmediği sürece yaşayacağını bildirir. Narsis bir gün bir su birikintisine dökülen bir kaynağın yanına gelir ve su birikintisine doğru eğilerek oradaki sudan içmeye başlar. Doğal olarak, bu sırada, birikintide yansıyan yüzünü görür. Kendi yüzünü görünce önce şaşkınlığa düşer, sonra kendini hayranlıkla seyre dalar ve kendisine âşık olur. Bu seyirden kendisini bir türlü alamayan Narsis gitgide hissizleşir, dünya yaşamına gözlerini yumar ve bulunduğu yere kök salarak açılmış bir çiçeğe dönüşür. Bu çiçek, güneş gibi, sarı göbekli, beyaz yapraklı, çevresine güzel kokular yayan bir çiçektir."
daha kendimize aşık olmadan bir başkasına aşık olmaya çalışırız.ne varki kendimize aşık olduğumuzda ise sahip olma adına ,bir başkasına aşık olmamıza gerek kalmaz.aşkın özgürlük olduğu ,yankılanır içimizde.
"Kendine âşık olanlara aldırmayıp, onların aşkını karşılıksız bırakan ekho ,yakışıklı avcı narkisossa ilk görüşte aşık olur.Ancak Narkissos bu sevgiye karşılık vermeyerek, peri kızının yanından uzaklaşır. Ekho bu durum karşısında günden güne eriyerek, kara sevda ile içine kapanarak ölür. Bütün vücudundan arta kalan kemikleri kayalara, sesi ise bu kayalarda 'eko' dediğimiz yankılara dönüşür."
osho aşk sahip olmak değildir der.isa tanrı aşktır der.kimbilir belkide narkissos ekhoya özgürlüğünü vermek istemiştir.ekhonun da kendisine aşık edip yüzvermediği erkekler yüzünden rezonans yapan karması bize gelir yankıı ......narkissss sossssssssss sos
başak acar

24 Haziran 2010 Perşembe

tutsak tutkular...

gravat takan ciddi adamlar,
on parmak mesaj atanlar,
televizyonu,haberleri seyrediyorum diye açanlar,
metroda yürüyen merdivenin sol tarafında duranlara bağıranlar,
ne isterse olacağını bilse bile bir araba isteyenler,
öğrencilerini döven çocukluğunu unutmuş,pedogojik formasyonlu ilkokul öğretmenleri,
güvenlik kameralarının güvenliğimiz için olduğuna inananlar,
aşkı evlilik,sahiplenme sananlar,
arthur cravan'ı hiiiçç anlamayanlar,
çoğulsunuz,
sıkıcısınız,
tutsak tutkularınız var....
sabit tutku çok uzağınızda.!!!
başak acar

23 Haziran 2010 Çarşamba

dijital bir dünya

İnsanlar insanlar insanlar insan silüetleri Bu kokuşmuş sistemin parçası olmuş Etten kemikten bu yangın yerinde Su yok mu su yok mu Sömüre sömüre eriyip gider herşey geçer gider dünya sana kalmaz bana daÇok kazanmak için geceleri paraHep kazanmak için gündüzleri paraÇok kazanmak için dostları paraHep kazanmak için aşkları paraEriyip gidiyor dünya eriyip gidiyor insan Çocuklar aç sokaklar kör yüzler yabancıEriyor sözlerEriyor düşlerEriyor dünyaMcDonalds kuyruk Afrika çığlık dolar yürüyorÇöl olan ruhlar hergün biraz daha eriyip giderken plastik kokulu nükleer kafa dünyanın sonunu hazırlıyor neden insanlar bunun farkına varmıyor herkes kendi derdinde dönüyor bu dünya değişmez sanıyor kaderini çizmiş kendi elleriyle dijital bir dünyada yürüyorSana bana sormazlar bu duvarları yaratırken Sana bana sormazlar bu çamuru yoğururken Sana bana sormazlar Kaderini kafa kağıdına yazarken Kaderini kafa kağıdına yazarken Eriyip gidiyor dünya eriyip gidiyor insan ............kara güneş

21 Haziran 2010 Pazartesi

"""the revolution will not be televised""""Devrim Televizyondan Yayınlanmayacak ...( gil scott')"



"""the revolution will not be televised"""
DEVRİM TELEVİZYONDAN YAYINLANMAYACAK """the revolution will not be televised"""evde kıçının üstünde oturmayacaksın dostumekranın karşısına geçip ayaklarını uzatamayacaksınuyuşuk uyuşuk oradan oraya zaplamayacaksınreklamlar başlayınca bira almaya koşturamayacaksınçünkü devrim televizyondan yayınlanmayacakdevrim televizyonlardan yayınlanmayacakdevrimin ana sponsoru general motors olmayacakreklamsız dört bölüm halinde sunulmayacakdevrim dudaklarına seksi bir kıvrım kazandırmayacakdevrim selülitlerinden kurtulmanı da sağlamayacakdevrim bir ayda on kilo verdirmeyecek, ince göstermeyecek seniçünkü devrim televizyondan yayınlanmayacaksenin ve dostunun resimleri olmayacakbir market arabasını sokakta iterken gösterenya da renkli bir televizyonu çalıntı bir ambulansa sokmaya çalışırkencnn kazanan partiyi saat 8:32''de tahmin edemeyecekya da 29 bölgeden canlı bağlantı yapamayacakaynasızların yoldaşlarını vurması son dakika haberi olmayacakçünkü devrim televizyondan yayınlanmayacakasmalı konak, seinfield ve ally mcbealartık hayatımıza bu kadar cuk oturmayacakkadınlar sex and the city'de samantha'nın kimle yattığına aldırmayacakçünkü tüm zenciler daha aydınlık bir gün için sokağa dökülecekçünkü devrim televizyondan yayınlanmayacaksaat 11'de haber özetleri verilmeyecekjackie onassis'i burnunu silerken gösteren resimler olmayacakdevrim haberi beyaz bir kasırga, beyaz bir yıldırım ya dabeyaz insanlarla ilgili haberlerden sonra gelmeyecekyatak ondandaki güvercini, su depondaki kaplanı ya datuvaletindeki gulyabaniyi kafana takmana lüzum yokdevrimin tadı coca-cola'yla daha iyi gitmeyecekdevrim ağız kokularını yok etmeyecekdevrim seni şöför koltuğuna oturtacakdevrim televizyondan yayınlanmayacakdevrim televizyondan yayınlanmayacakdevrimin tekrarı olmayacakdevrim canlı olacak

19 Haziran 2010 Cumartesi

"bir gun herkes 15 dakikalıgına meshur olacak"


"iç'e doğru:"


"uçsuz bucaksız bir mahalle,anlamsız göğe uzanan televizyon antenleri...yaşamsız evlerde çoluk çocuğun üstünde dolanır ,atıklarından ziftlenirler.sadece gençler ete bir şey katar ve onlarda uzun süre genç kalmaz...."

w.s. burroughs