25 Ocak 2011 Salı

Sanatta gerçek sandığımız dünyadan kopuşu getiren her çabayı neden hala tartışıyorlar?

Sanatta gerçek sandığımız dünyadan kopuşu getiren her çabayı neden hala tartışıyorlar?

Buna getirebileceğimiz en klasik yanıt şu: Sanatçı mekanı, figürü, zamanı, ışığı kırabilir veya tamamen kaldırabilir ve bunda da yine doğadan yola çıkar. Mondrian soyut resimin öncülerindendir. Resimleri kendisiden sonra gelen "geometrik soyutlama" akımının habercisidir. Geometriyi bir resim dili gibi kullanmıştır.







Ağaç dallarının soyutlanarak nasıl ızgaralara dönüştüğünü yukarıdaki resimlerde aşama aşama izleyebiliyoruz. Öyle ki artık son resimde ağaç dallarına dair hiçbir şeyi fark edememekteyiz.
Bir başka sanatçı Max Ernst Alman ressam, heykeltraş, grafik sanatçısı ve şair. Dada hareketinin ve Gerçeküstücülüğün en önemli temsilcilerinden sayılır.
Max Ernst’ün gerçeküstü bir yorumla baktığı ormanları bir süre sonra çalışmalarında tanınmaz hale gelmiştir. Aşağıdaki resimlerinde Ernst’ün ormanlarını görüyoruz:





Aslında bu bakış açısı doğru olmakla beraber eksiktir de.Aslı şudur; Soyut sanat yaratıcıları olsun, Gerçeküstücüler olsun resim, heykel veya sinema ve fotoğraf alanlarında teknik olarak son derece gelişmiştirler. Gördükleri nesneleri aynen yapabilecek göze, zihne ve ellere sahiptirler ve bunu bir noktaya kadar deneyimlemiştirler de. Algılayabildikleri doğadan kopan biçim arayışlarının sebebi bu yaklaşımla baktığımızda son derece biçimsel belirtilmiştir. Çünkü kopmak istedikleri, bu gündelik yaşam ve onun kurallarıdır. Başkaldırılan şey aslında gündelik hayatın kurallarını belirleyen otorite, savaşların nedenini oluşturan unsurlar, insanları bir ay zar zor geçinebilecekleri maaşlar için günde 8 saat, 10 saat, 12 saat çalıştıranların zihniyetidir. Anlaşılan resim güzel olur demek, ben senin her hareketini anladığımda güzel olursun demektir. Aklından geçenleri anlamadıklarında hasta, güzel olmayan ilan ettikleri Van Gogh gibi. Şimdi bu sanatçının resimlerine paha biçemiyorlar. Demek ki evrensel güzel zamanla değişen bir şey olabiliyor.
Gerçeküstücülük tam da bu noktada ciddi ya da yarı ciddi bir duruşa sahiptir. Gerçeküstücülüğün papası (bu benzetme devrimci bir sanatçının arkasından her ne kadar hazin bir benzetme olsa da) Andre Breton modele bakmayı yasaklar. Ama modele bakmadan figüratif resimler yapar Gerçeküstücü ressamlar. Bu günde dahi model, akademik resmin vazgeçilmez unsurudur. Güzel Sanatlar Fakültelerine alınan öğrencilere yapılan yetenek sınavlarında canlı modelden yapılan desenlerle katılınılır. Bu sınavın birinci aşamasıdır. İkinci aşama ise imgesel tasarımdır ancak ne hikmetse imgesel tasarımlarda da yine öğrenci adayının gerçeğe ne kadar bağlı kaldığına bakılır. Bu ölçütleri arama süreci belki bir aday için uygun olsa da, artık başarılı bir tekniği olan ressamda hala aranması; gördüklerini sandıkları biçimden kopamayan korkak zihinlerin ürünüdür.
Oysa ki gözden kaçan ama kaçmaması gereken nokta, hatta tüm bu tartışmaların dayanağı, tarzın ya da bir akımın ne üzerine oturduğudur. Karşı çıkılmaları biçimsellikten köklenmekte ama karşı durdukları tavır düşünsellikten kaynaklanmaktadır; doğrudan biçimle alakalı değildir, biçim sadece bu düşünce tarzının çizgiye geçmesidir.
Evet, her sanatın bir öz disiplini, bir kendi gerçekliği vardır, ama bu otorite değildir.Öz disiplin ve otorite birbirinden farklı şeylerdir. Nedense ürkülen, o gerçeklik sanılandan kopuş denilen şeyin aslında sadece gerçekliğin farklı bir yansıması, ama onun bir başka çizgideki devamlılığı olduğunu neden göremiyorlar? Yoksa tek bir şeyi gerçeklik kabul ettikleri için mi? Peki bu dogma değil mi? Sanatçılar ne zamandır dogmatik?
Mevcut gerçeğe bağlı kalınmasından bahsetmiyorlar mı? Bunu yaparken de görebildikleri şekli tek gerçek kabul ediyorlar. Oysa biz biliyoruz ki, her teklik baskısı da, saplantılı inancı dogmatiktir. Peki sanatın dogmalarla işi olur mu, ya da dogmalara bulanmış birisi hakkıyla sanat yapabilir mi? Hayır! Görünen diye nitelendirdiklerimizin ardında bir şeyler daha var. Uyurken gördüğümüz rüyalar ve gündüz düşlerinin, fantezilerin, hayallerin, halüsinasyonların, çocukluk anılarının, flash backlerin, vizyonların gündelik hayata sızdığı bir yer var. Sonunda da içiçe geçtikleri alanlar var.
Öyle ki gösteriye müdahale edebiliyorlar. Ne kadar bastırmaya çalışsanız da, bilinç altınız bunları baskıladıkça tıka basa dolmuş, patlamaya hazır bir bodrum gibi şişiyor ve basıncı bu çabanızı eleveriyor. Basıncı karşı cinsinizse , sizden olmayan türe, sizden aşağı bir rütbeye şiddet olarak geri dönüyor,toplumdan bağımsız olmadığınız için topluma; ve onun etkileşen bir bireyi olduğunuz için toplumun bir başka noktasından da bir başkasının patlaması ve yansıtması size. Tıpkı bir tenis maçı gibi…
Buna son vermenin yoluysa sadece görünene değil, onun kaynağına, realden sürreale, yani dış dünyadan id' e doğru bakmayı denemekte. Bugün yeniden biçimini konuştuğumuzda güzelin gelmemiz gereken yer neresidir, almamız gereken ölçüt nedir? Bugüne dek kabul edilegelmiş ölçütlerden mi devam edeceğiz? Yoksa yeni bir söylem mi bulacağız?

Ankara/Başak Acar/25.01.2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder