27 Ocak 2011 Perşembe

Sanat ve Anarşi III

Oscar Wilde: Sosyalizm ve İnsan Ruhu (1891)
Sanatın ve sanatçının toplumdaki rolü, Du Principle de I’artde sadestination sociale (Paris: Garnier) adlı eseri ölümünden sonra 1865’te yayımlanan Proudhon’dan beri anarşitlerin üzerinde fikir beyan ettikleri bir konudur. Proudhon gerçekçi bir yaklaşımdan yanaydı. Bu yaklaşım çok daha sonraları ortaya konan ve Proudhon ve anarşizmle ilgili olmayan Marksist “sosyalist gerçekçilik”le karıştırılmamalıdır. Proudhon sanat üzerinden mevcut toplumsal gerçekliklerin idealizasyonu reddetmiş, işçi sınıfının ideal olmaktan çok uzak durmunu da buna ekleyerek, kendisinden önce Godwin’in de yaptığı gibi gerçekliği saklamaya son verip “şeyleri gerçekte oldukları gibi” görmemiz gerektiğini önermişti (Proudhon, Selected Writings, Newyork:Doubleday, 1969, ed S. Edwards, sayfa 215). Arkadaşı olan Gustav Courbet’i (1819-1877) “bizi, doğanın olmamızı istediği gibi değil, tutkularımızın ve günahlarımızın bizi dönüştürdüğü gibi resmetme cesaretine” sahip olması nedeniyle methederek, “eğer insanlar kendi görüntülerinden irkiliyorlarsa” bunun Courbet’in hatası olmadığını da eklemişti (Selected Writings, sayfalar . 216-217).
Bakunin Tanrı ve Devlet’te sanatı bilime karşıt olarak, “ soytlamanın yaşama geri dönüşü” olarak tanımlamıştır (seçki 24). Kropotkin “ yeteneklerini devrimin hizmetine sokmadıkları sürece” sanatçıların kapitalist toplımda “tüccar salonlarını” süslemeye mahkum olduklarını ileri sürmüştür. ( Bir Asinin Konuşmaları,Montreal: Black Rose, 1992,54 ve 58.sayfalar). Devrimden sonra sanatçılar, o olmadan tam olacaklarından daha çok, onlar olmadan tamamlanmış olmayacak canlı bir bütünün ayrılmaz bir parçası haline gelecek ve sanat günlük yaşamın bir parçasına dönüşecek, sanayi ile kaynaşarak sokaklarda, “halk anıtlarının içinde ve dışında insanı” kuşatacak, herkes istediği her sanatsal etkinlikle uğraşacak “konfora ve boş zamana” sahip olacaktır (Ekmeğin Fethi, Montreal: Black rose, 1990, sayfalar 141-142).
Şair, oyun yazarı ve romancı Oscar Wilde (1854-1900) bir çok gecesini sosyalizme vermeden önce kendisini kısaca bir anarşistle özdeşleştirmiş ve Sosyalizm ve İnsan Ruhu (Chicago: Charles H. Kerr, 1984; ilk olarak 1891 şubat sayısında Fortnightly Review’de yayımlanmıştır) adında bir kitapçık kaleme alarak ütopik hayalgücünün ve sanatla iktidar arasındaki kaçınılmaz çatışmanın önemini vurgulayıp, bir tür anarşist bireyciliği savunmuştu.
ÜTOPYAYI İÇERMEYEN BİR dünya haritasına göz atmaya bile değmez, çünkü o, insanlığın daima ayak bastığı bir ülkeyi dışarıda bırakmaktadır. Ve insanlık oraya ayak bastığında, gözleriyle aranır, daha iyi bir ülke görerek, yelken açar. İlerleme, Ütopyaların gerçekleşmesidir…
Başkalarının ihtiyaçları ve arzularına atfen onlar için bir şeyler yapmak zorunda olan bir birey ilgiyle çalışmaz ve bunun sonucunda içindeki en iyiyi eserine aktaramaz. Diğer yandan, ne zaman bir cemaat, bir cemaatin güçlü edimi ya da herhangi bir türden bir devlet sanatçıya ne yapması gerektiğini dikte etmeye kalkışsa, sanat ya tamamen yok olur gider, ya klişeleşir, ya da düşük ve bayağı bir zanaate dönüşerek yozlaşır. Bir sanat eseri benzersiz bir mizacın benzersiz bir sonucudur. Onun güzelliği yaratıcısının neyse o olmasından gelir. Başka insanların istedikleri şeyi istemeleriyle hiç alakası yoktur. Gerçekte, bir sanatçı, diğer insanların ne istediğini dikkate alıp bu talebi karşılamaya çalıştığı anda bir sanatçı olmaktan çıkar, silik ve eğlendirici bir zanaatkara ya da sahtekar bir tüccara dönüşür. Artık bir sanatçı olarak görülmeyi talep edemez. Sanat dünyanın bildiği en yoğun bireycilik modudur.
Ve halkın onun üzerinde ahlakdışı olduğu kadar komik, yozlaştırıcı olduğu kadar aşağılık bir iktidarı kullanmaya çalışmasını getiren şeyin, Sanat’ın bu yoğun bireysel, biçim olduğunu kaydetmek gerekir… Sürekli olarak sanatın popüler olmasını, onların beğenilerini karşılamasını, anlamsız kibirlerini yağlamasını, onlara kendilerine daha önce söylenmiş olanı söylemesini, görmekten bıkmış oldukları şeyi göstermesini, çok fazla yedikten sonra ağırlık hissettiklerinde onları eğlendirmesini ve kendi aptallıklarından usandıklarında düşüncelerini başka tarafa çekmesini isterler. O halde sanat asla popüler olmaya uğraşmamalıdır. Halk kendisini sanatsal kılmak için uğraşmalıdır. Burada büyük bir fark var. Eğer bir bilim adamına deneylerinin sonuçları ve varacağı kararlar söylenecek olsaydı, bunlar öyle nitelikte olacaktı ki, konu hakkındaki kabul edilen kavramları alt üst etmeyecek, popüler önyargıları bozmayacak ya da bilim hakkında hiçbir şey bilmeyen halkın duyarlığını incitmeyecekti; eğer bir filozofa, asla bir alan üzerine kafa yormamış olanlarla aynı sonuca varması koşuluyla, en yüksek düşünce alanlarında düşünme hakkına tam anlamıyla sahip olduğu söylenseydi –bilim adamları ve filozoflar o günlerde yeterince oyalanmış olacaktı. Ancak, aslında birkaç yıldan bu yana hem bilim, hem de sanat kaba bir popüler kontrole, aslında iktidara tabi kılındı –ya cemaatin genel cehaletinin ya da dinsel bir sınıfın ya da bir devlet sınıfının terörünün ve iktidar hırsının iktidarına. Elbette, cemaat ya da kilisenin ya da devletin spekülatif düşüncenin bireyciliğe müdahale etme çabalarından bir ölçüde kurtulmuş bulunuyoruz, ancak yaratıcı sanatın bireyciliğine müdahale etme çabası hala devam ediyor. Aslında, devam etmekten de öte: Saldırgan, kırıcı ve vahşice…
Halkın sevmediği tek şey yeniliktir. Sanatın konusunu genişletmeye yönelik bir çaba halka son derece kötü gelmekte, ancak sanatın canlılığını ve gelişimi büyük ölçüde, konunun sürekli genişletilmesine dayanmaktadır. Yenilik olarak bir bireycilik modunu, kendi konusunu seçen ve onu seçtiği biçimde ele alan sanatçı tarafından ileri sürülen bir iddiayı ifade etmektedir. Halk böyle davranmakta gayet haklı. Sanat bireyciliktir ve bireycilik bozucu ve parçalayıcı bir güçtür. Onun büyük değeri bunda yatmaktadır. Bozmaya çalıştığı şey türün tek düzeliği, geleneğin köleliği, alışkanlığın tiranlığı ve insanın bir makine düzeyine indirgenmesidir. Sanatta, halk olmuş olanı kabul eder, takdir ettiği için değil, değiştiremediği için…
Gerçek ise halkın bir ülkenin klasiklerinden sanatın gelişimini önlemenin bir araç olarak faydalanıyor olduğudur. Klasikleri yetkili eserlere indirgiyorlar. Klasik güzelliğin yeni formlar içinde özgür ifadesini önleyecek sopalar gibi kullanıyorlar. Daima bir yazara neden başkası gibi yazmadığını, bir ressama neden başkası gibi resim yağmadığını soruyorlar, ikisinin de böyle bir şey yapacak olsaydı bir sanatçı olmaktan çıkacağından gayet habersiz bir şekilde. Yeni bir güzellik modu onlar için kesinkes kötü ve bu ne zaman ortaya çıksa hep o iki aptal ifadeyi kullanacak kadar öfkelenip şaşalıyorlar –biri, bu sanat eserinin bütünüyle anlaşılmaz olduğu, diğeri ise bu sanat eserinin bütünüyle ahlak dışı olduğu. Bir eserin bütünüyle anlaşılmaz olduğunu söylediklerinde kastettikleri şey bu sanatçının yeni, güzel bir şey söylediği ya da yaptığı; bir eseri bütünüyle ahlak dışı olarak tanımladıklarında ise bu sanatçının gerçek olan güzel bir şey söylediğini ya da yaptığını kastediyorlar. İlk açıklama stille ilişkili, sonuncu ise konuyla…
İnsanlar bazen hangi devlet şeklinin bir sanatçının içinde yaşaması için en uygun olan olduğunu araştırırlar. Bu soruya verilecek sadece bir cevap var. Sanatçı için en uygun olan devlet şekli hiçbir devletin olmamasıdır. Onun ve sanatın üstünde iktidar olması komiktir.
…Ayrıca kaydetmek gerekir ki bireycilik insana göreve dair bezgin bir riyakarlıkla gelmez, ki bu sadece başka insanların istediği şeyleri onlar istiyor diye yapmak anlamına gelir, ya da kendini feda etmeye dair korkunç bir riyakarlık anlamına gelmez, ki bu da yalnızca kıyasıya bir sakatlamanın kalıntısıdır. Aslında, o, insana onun üzerinde hiçbir taleple gelmez. Doğal olarak insanın kaçamayacağı bir şekilde gelir. Tüm bu gelişimin yöneldiği nokta budur. Tüm organizmaların geliştiği farklılaşma budur. Her hayat modunun özünde olan ve her boyutunun ona doğru hızlandığı mükemmelliktir bu. Ve dolayısıyla bireycilik insan üzerinde hiçbir zorlama icra etmez. Tam tersine üzerinde uygulanacak hiçbir zorlamaya izin vermemesi gerektiğini söyler insana. İnsanları iyi olmaya zorlamaz. İnsanların kendi hallerine bırakıldıklarında iyi olduklarını bilir.İnsan bireyciliği kendisinden yola çıkıp geliştirecektir.
Anarşizm/Özgürlükçü Düşüncelerin Belgesel Bir Tarihi
Anarşiden Anarşizme (MS. 300 – 1939) Editör: Robert Graham
Versus/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder